Ben Aydilge...Burdayım... Benle Beraber de Yalnızlıkla Yazdıklarım...
Sabah 6.45. Müzik elim-kolum; yazmak nefesim. Nefes darlığı çekiyorum zaman zaman, ama devam etmek zorundayım... Buraya uğrayıp arada kelimelerle kalbimin fotoğrafını çekeceğim. Zaman zaman flash patlamayabilir ya da ışığı arkama almayı unutabilirim, ama yine de devam edeceğim... Bulimia Sokağı ve Altın Aşk Vuruşu romanlarımı okuyan, Küçük Şarkı Evreni, Sobe, Kilit ve Yalnızlıkla Yaptım albümlerimi dinlemiş olan sizler; kalbimi ziyarete geldiğiniz için, teşekkürler.
30 Nisan 2013 Salı
Kırmızı Ruj Avı
Herkes kadınlar açısından bakıyor olaya... Oysa burada asıl hakarete uğrayan kadınlardan çok erkekler. Peki siz erkekler, size sesleniyorum... Rujdan bile tahrik olan aciz yaratıklar gibi gösterilmeye razı mısınız söyleyin? Rujun renginden bile tahrik olup azacak, cinsel dürtülerini kontrol edemeyen ilkel yaratıklar olarak görülmeye razı mısınız? Saça, ruja, eteğe baskı, kadın kadar erkeğe de hakarettir.
"Ey erkekler siz o kadar aciz ve kontrolsüz yaratıklarsınız ki, kadın gördünüz mü saldırırsınız, kendinize hakim olamazsınız, aklınız fikriniz sekstedir. O yüzden kadınlar kırmızı ruj sürmesin, mini etek giymesin, aman diyim..."
İşte bu zihniyetin açıkça söylediği budur.Ve bu da kadınları potansiyel fahişe, erkekler de potansiyel cinsi sapık görmektir. Başka açıklaması yoktur.
15 Temmuz 2010 Perşembe
Tuz buz...
Kendimi en önemli parçaları eksik bir yap boz gibi hissediyorum. Kırık vazo gibiyiz hepimiz, geçici bir süre tümlenebildiğimiz hissedebilmek için , bir şeyler tüketerek kırık parçalarımızı bantlıyoruz. Ama yapışkanları gidince yeniden parçalanıyoruz. Her defasında daha küçük parçalar halinde kırılıyoruz. Her defasında daha şiddetli...Tuz buz mu olacağız sonunda?Gerçekken düş mü olacağız?
14 Temmuz 2010 Çarşamba
Kendini Pişirmek
Hepimiz tanımlanmak yerine anlaşılmak isterdik. Belki o zaman oluşturulan imajları kabullenip, onlara sığınmaya çalışmazdık. Zaten ölçülerimiz ne zaman tuttu ki? Yine de vazgeçemeyiz şu beğenilme ve güçlü olma tutkusundan. Kendimizi başkalarına ait tariflere göre pişirmeye çalışmaktan... Bir adet ideal vücut alınır, üzerine yüzeysel bir beyin konur, içine 3-4 kaşık dalkavukluk karıştırılır, bir kepçe Batı özentiliği, ya da Doğu nostaljisi, çok az da kişilik serpiştirelim. Ama kişiliğin ölçüsünü kaçırmamak çok önemli!Kişilik belli belirsiz bir tat verecek, o kadar... Fazlası mideye zarar. Yoksa işin üstadı gurmeler, hemen kusup atarlar bizi midelerinden...
Ama zor tabi kendimizi sevmek... Öyle televizyonda ahkam kesen tiplerin dediği gibi aynanın karşısına geçip, “Kendimi Seviyorum” demekle sevilmiyor bu “ben” denen... Bugün çok güzel olacak demekle de güzel olmuyor gün... Zaten bütün bu "meli- malılar" arasında, kendimizi bulmak öylesine zor ki....
Ama zor tabi kendimizi sevmek... Öyle televizyonda ahkam kesen tiplerin dediği gibi aynanın karşısına geçip, “Kendimi Seviyorum” demekle sevilmiyor bu “ben” denen... Bugün çok güzel olacak demekle de güzel olmuyor gün... Zaten bütün bu "meli- malılar" arasında, kendimizi bulmak öylesine zor ki....
Emerson ve Özgür İrade....
Eskiden hayranlıkla okuduğum Emerson'un yazılarını çarpık bir gülümsemeyle anıyorum şimdi. Hani nerede hümanistlerin o özgür insanı! Ah Emerson amca ah! Gerçeklik senin dediklerinden öylesine farklı ve öylesine ağır ki, düşlerimizi bile taşıyacak halimiz yok bizim. Patır patır kayıp düşüyor ellerimizden düşlerimiz. Gücümüzü toplayıp onları yerden kaldırana kadar, başkaları çoktan kapıp gidiyor onları. Biz düş üretiyoruz, onlarsa düşlerimizi gerçekleştiriyor. Düşlerimiz bizim dışımızda herkesin işine yarıyor galiba, onları gerçekleştirememenin suçluluğuysa bizi yarıyor...
Umut...
Umudum almış başını gidiyor...Yakalamaya çalışıyorum ama o rekora koşuyor, bense topallıyorum...
Yaşam bir deniz mi, bataklı değil mi? Bende biraz umut kaldı... Bataklıktan kurtulup yüzeye çıkma umudu... Ama bu umut bana eziyet ediyor, çünkü yaşadığımız zindanı çekici kılan, kurtuluşu köstekleyen bir şeyler var. Tutsaklığın, bir şeyleri değiştirme sorumluluğunu üzerimden almasından doğan sahte huzura ne zaman kansam, o umut bana eziyet etmeye başlıyor...
Yaşam bir deniz mi, bataklı değil mi? Bende biraz umut kaldı... Bataklıktan kurtulup yüzeye çıkma umudu... Ama bu umut bana eziyet ediyor, çünkü yaşadığımız zindanı çekici kılan, kurtuluşu köstekleyen bir şeyler var. Tutsaklığın, bir şeyleri değiştirme sorumluluğunu üzerimden almasından doğan sahte huzura ne zaman kansam, o umut bana eziyet etmeye başlıyor...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)